Monday, September 28, 2009

3 günlük derviş tekkesi.

dağlar her zaman hoşuma giderdi. ama geçirdiğim şu 3 günden sonra artık aşık oldum dağlara, nehirlerden de fazla. mümkünse eğer.
dervish lodge a nasıl hop deyip gitmeye karar verdim bilemiyorum babamın iyi arkadaşlarından birinin tavsiyesi üzerine, ama 1 gece de kendimi yola çıkmış buldum. iyi ki de çıkmışım.
şimdi gideceğiniz yer karaağaç. inmeniz gereken nokta uzunduvar mevkii denilen bir yer. bu noktaya kadar yerel halkın meraklı bakışlarıyla karşılaşıyorsunuz. özellikle benim gibi genç bir dişiyseniz. hatta 'emine abla' diye biri bana beni oraya çağıranların bayan arkadaşlarım mı yoksa erkek mi olduğumu soracak kadar ileri gitti. ona yürü git yoluna demek vardı ama kendi çapımda iyiliğimi düşündüğünü biliyordum. sustum. ve karışık bir grup olduğunu dile getirdim. emine abla bana ısrarla telefonunu verip,onu aramaya ikna etti tekkeye varınca. tamam dedim mecburen.
indikten sonra eşen dolmuşundan etrafa baktım. kıytırık bir kahve. yerli halkla konuşunca beklemem gereken yerin orası olduğunu öğrendim ama şöyle bir sıkıntı vardı. ben bekleyemem.
bu bir gerçek. herkes bilir beklemek yerine o yolu yürümeyi tercih ederdim. ben de bunu yaptım elimde bir keman kabına koyduğum testerem ve sırt çantamla. değişim programım afs/yes in verdiği su matarası boş elimin baş parmağımda sallanıyor. ulaşmam kişi Erdem Yavaşca. ama o telefonu duymuyor. ben de yürüyorum 19 kmlik yolu. benim için sorun değil. ama daha yolun ilk 45 dakikasını yürümüşken Erdem bana telefon ediyor ve beni almaya geliyorlar. ben hala yürürken yolda karşılaşıyoruz.

tekkeye çıkarken ki manzara mükemmel. cennetin manzarası da böyle olurdu diyorsun kendinize.
tekkeye girince zaten her şey daha da ayrı.
bir aile ortamı söz konusu. yani ya ailedensin ya da yabancı. ortası yok. harika. sonrası sana kalmış zaten.
evde neredeyse her çeşit enstrüman var. olmayan şey yok gibi. benim şansım oraya gittiğim de Hüseyin Cebeci yle tanışmam oldu. ney üfleyişini duyarsanız peşinden dolaşmak istersiniz bir mürit gibi arkasından. ruhumun vücudumdan çıktığını hissettim resmen.
bungalovlar şaşırtıcı derecede konforlu.
her gece bu aileyle birlikte müzik yapmanın tadına ne doyum olmuyor. herkesin sanatçı olduğu bir ortamda kendini hem ait, hem de eğer benim kadar yeniyseniz bu işlerde eline aldığı her şeyi çalabilen bu insanlar karşısında yetersiz hissediyorsun. ama yine benim gibiyseniz bu hissi hemen aşıp 'ne öğrenebilirim bu insanlardan'a bakıyorsun. ve o kadar çok şey var ki karşılıklı öğretilecek, ne kadar az zaman olduğu gerçekliği öldürüyor seni.
sonra tam ortamla bir olmuşken. taş duvarlarla ve müziğin sesiyle eriyip birleşmişken ayrılmak zorunda kalıyorsun bir kaç buruk vedayla aya, yıldızlara, denize, müziğe, tekkenin yavru kedisine ve daha da kötüsü insanlara.
ama sonra dönüp yollara bakıyorsun ve mutlu oluyorsun. çünkü o yolların seni götüreceği ne insanlar vardır yine. hiç birisi birbiri kadar iyi olamasa da. ve o yolların götüreceği ne tekkeler vardır. ve o yollardan biri, bir gün derviş tekkesine geri döner.
yavru kedi sita büyümüş olur belki.
sen de.
ve geri dönersin elinde defterinle.

Thursday, September 24, 2009

NELER YAPTI SAVAŞTA SAKAT KALMADAN ÖNCE?

ya bu amerika nın kendini aklama sistemini durduracak
bir pinokyo nun burnu gerekiyor artık
ki belli olsun yalanları
bir peri gelsin mavi saçlı olmasa da
en azından "ne bok yediğini biliyorum" demeye
adamlar işi biliyor
biz burada onyıllar önce olmuş
ermeni soykırımına
haklı da olsa
cevaplar vermeye çalışırken
avukatlarla
belgelerle
kokuşmuş kitaplarla uğraşırken
bu gün şu anda şu saniyede
sen bunu okurken yaşanan
sen gözlerini dikerken bu kelimelere
ölmüş babasının parçalanmmış cesedine bakan
çocukların
tutulmamış bir söz gibi vaatedilen gençliklerinin
harcandığı ırak ta ölen askerler için
bütün dünya neredeyse yas tutuyor
öyle ya da böyle

direkt olarak demiyorum tabii
onlar da bunu istemez o şekilde
ama bak bir etrafa
her amerikan dizisinin ilk sezonunda
yok mu bir bölüm ırak a adanmış
yok mu çok tatlı bir adam
sakat kalmış
bir kadın dul kalmış
bu gerçeklik değil.
GERÇEKLİK değil.
bu amerika nın tıpkı
inşaatlarda
para aklayan vergi kaçakçıları gibi
bıyığının altından gülerek
yaptığı bir numara
sen de yumağının peşinden koşan kedi gibi koşuyorsun bu tuzağa
bilincini bir geriye bırakıp
elinde kumanda
tatlı, bacakları sakat çocuğa ağlayıp
bir parça benzin için
100 kağıt fazla amerikan doları için
belki de artık çarpılmış aklının zevki için
onun öldürdüğü fıstık satıcısını
kasabanın manavını
yeni evlenmiş genç çocuğu
görmezden gelerek.
çünkü amerika istemiyor bunun da bir vietnam a dönüşmesini
hoş sen vietnamı AVCI denilen
vietnam lıların miller bile içtiği
sana "iç çek robert de niro izle, siktir et propagandayı"
diyen bir filmden izlediysen
sen zaten amerika yı aklamışsındır.

adamlar ayak üstü kendilerini haklı çıkaracaklar
yaptıkları için kıçımızın dibinde
çocuklarına kadınların haklarını korumak için girdiklerini
öğretiyorlar bile
ve inan onlara
hayal bile etmek istemeyeceğin kadar çok.
neyse
sen kumandayı bir kenara bırak
bırakmasan da dikkatli izle
ve düşün o bacakları çalışmayan ttlı çocuk
o hale gelip geri gönderilmeden önce neler yaptı
nedensizce.

SANSÜRLENMİŞ SİTELER ÜZERİNE


haberi aldığımda kızmadım
üzülmedim bile
artık hayalkırıklığının burucu duygusu da yoktu paslanmış bisiklet zincirlerimi gördüğüm zamanlarda
içime fısıldayan kendisini
ve bu beni daha da yıktı
" o kadar alışmışım ki bu sansürlerle var olmaya, artık tepki bile vermiyorum."
gerçeği kendi kulaklarıma usulca işkence etti.
zorladım kendimi bir şeyler hissetmeye ama bilincim umursamayı kesmişti
bilinçaltım her ne kadar çığlık atsa da.

bakın bence youtube zaten gereksiz bir zaman kaybıdır.
myspace ya da lstfm desen yaşayabilirsin onsuz
hatta yaşasn daha iyi bunlarsız
hepsi beynine boşyere tecavüz eden
hücrelerini uyutup tembelleştiren bir grup
fiziksel-serbest uyuşturucu

ama sen şunu anlamıyorsun
bu neyin doğru neyin yanlış olduğuyla ilgili değil
bu neyin korkunç neyin bebekler gibi saf olduğuyla ilgili değil
bu benim türk-karşıtı videolar izlemem
ya da belgesellerin bağımlısı olmamla ilgili değil
kafamı geriye koyup
bu pornoyla ya da islamın doğuşyla ilgiki değil

bu benimle ilgili
benim yanlışı yapmak isteyip istememle ilgili
benim aradaki farkı görebileceğimle ilgili
benimle senin yanlış kavramının çok daha farklı olabileceğiyle ilgili

bu benim iznim olmadan myspace hesabıma erişimimin bir
yasayla
kağıt üzerindeki bir parça yakınmayla engellenmesinin
beni hapse tıkıp bundan sonra 'myspace köyüne'
ve ya
'lastfm kasabasına'
gidemeyeceğimin söylenmesiyle hiç farkının olmamasıyla ilgili.

bunu da sansürlerseniz belki görürseniz
yasaya karşı diye
belki de dudaklarıma sürersiniz
erimiş balmumunu konuşamayım diye
parmaklarımı da kesersiniz
artık yazamamam için
ama düşündüklerimle ne yaprasınız onu bilmiyorum
çünkü
henüz öyle bir teknoloji
büyü
dua
bulunmadı
bana kafamın içindekilerini
sansürletecek kadar güçlendirilemedi
5651 kod.


sırada bekleyen facebook'muş, fizy'miş, friendfeed'miş.
benim derdim onlar değil.
derdim ya bu yasa gerçekten sansürletecek kadar güçlenirse düşüncelerimi
ve kırmanın cezası da yerdeki
artık yorgunluktan akmayı kesmiş
kanım olursa?
ne olacak o zaman
gerçeği.

Friday, September 4, 2009

kuzenimle 'aydınlanmak'

bu gün kuzenimle çok güzel bir tartışmaya daldık. konu nasıl olduysa benim sisifos söyleni takıntımdan onunla benim hani şu bildiğimiz aydınlanma olayına geldi. şimdi kuzenim ve benim kafalarımız genelde aynı çalışır. aramızdaki yaş farkına rağmen arkadaş grubumuz bile benzer/aynıdır. ama bu günün tartışma konusu şuydu.
bakın ben bu dağa çıkma olayını çok tutan bir insanım; bazı gerçekler var. ben kendimi fazla sevmiyorum. ama başka insanları kendimden bile az seviyorum. yani dağ ıssız orman hamak. bunlar bana çok çekici gelen terimler. yılda birkaç ay kesinlikle böyle bir şeyi yapmak isterim zaten.
ayrıca bakınız:tüm bilgeler hep bir yalnızlıkta kalma dönemi geçirmiş. süper.
guerilla lar da dağa çıkıyor bu arada. konumuzla alakası olmasa da iyi bir örnekleme.
neyse. kuzenimle benim karakterlerimiz benzer diyordum. ama ben ondan daha sosyal bir insanımdır nasıl oluyorsa. o biraz daha kendi dünyasındadır. bense asosyal sosyalimdir. ya da zorla sosyalleştirilen asosyal.
bunun nedeni benim kendimi kendime kanıtlama arzumdan geçer. başkalarına değil, ama kendime çok oynarım ben.
kendime hep kanıtlamak isterim eğer istersem beni sevmeyecek insan olmadığını, her istediğimi her yerde söyleyebileceğimi. vs.
ayrıca kendime saygı duymam için fikir beyan etmek lazımdır. güçlü görüş noktalarım olduğu için eğer bunları savunmazsam, kendime saygı duymam. ezildiğimi hissederim.
yazık olmuş bir gencim ben işte.
kuzenime gelince.
o benim biraz daha bu üstteski sorunları aşmış versiyonumdur. şaka bir yana yaşı bayağa büyüktür benden. o benim yapmayı arzuladığım ama götümün yemediği izolasyonu yapmayı başarmış ve sanatıyla yaşayıp haz alan bir ruhdur. hataları çoktur tabi ama bu konularda da mükemmeldir yani.
bu gün bu tartışmanın içinde bir yerde ben her zamanki gibi insanlarla muhatap bile olmak istemediğimi söyledim.
kitap oku dedi.
okuya okuya geberdim artık kitapçı olurum ileride artık diye tersledim.
sen devam et en iyisi odur dedi.
iyi 5 kutu kitapla dağa çıkayım ben anca o zaman rahat ederim dedim. ve bir derece samimiydim. hatta okuya okuya belki 'aydınlanırım'. diye gayet şakacı bir şekilde ekledim.
iyiki eklemişim.
kuzenim ondan asla beklemeyeceğim bir şey söylerdi bana.
"sadece kendini mutlu etmekle aydınlanma olmaz. hiçbir yere varılmaz. unutma bunu"
affaladım kendi halinda takılmaktan en zevk alan kişiden bu sözleri duyunca.
ama sonra bir düşündüm. bu kadar benziyorduysak o da zamanında gitmek istemişti. yapamamıştı.
önce yaşı küçüktü.
sonra babası ölmüştü.
annesi onsuz yapamazdı. GERÇEKTEN yapamazdı.
ve kuzenim kendisi, hırsları yerine onları seçmişti.
hindistan a gitmekten bahsediyorum biz küçükken. asla gidememişti.
kalmıştı.kalmak zorunda kalmıştı.
o doğrusunu yaptığını düşünüyordu.
ben? benim en büüyük korkum kalmak.
ben gideceğim. gitmek zorundayım.